KADIN KOALİSYONU’NUN
“POLİS VAZİFE VE SALAHİYETLERİ KANUNU İLE BAZI KANUN VE KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELERDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TASARISINA” İLİŞKİN DEĞERLENDİRMESİ
Hükümet tarafından 24.11.2014 tarihinde 43 maddelik “Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na gönderilmiştir.
Kamuoyunda “İç Güvenlik Yasa Tasarısı” olarak bilinen bu tasarı, insan hakları ve hukuki güvenlik bakımından çok büyük tehlikeler içeren hükümlerle doludur. Mevcut uygulamadan hareketle tasarının, hak ve özgürlüklerimiz açısından ne tür ihlalleri içerdiği ve nelere yol açabileceği aşağıda değerlendirilmiştir.
POLİSE KEYFİ “ARAMA” YETKİSİ TANINIYOR.
Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanununun (PVSK) 4. Maddesinde yapılması planlanan son değişiklik(1) , 2007 yılında yapılan değişiklikle birlikte “Arama” ve “yakalamaya” dair Anayasa ve Ceza Muhakemeleri Kanununda (CMK) yer alan tüm güvenceleri ortadan kaldırmış olacaktır.
Üzerinde değişiklik yapılan PVSK’nın 4. Maddesi, CMK’nın yürürlüğe girmesinin üzerinden iki yıl geçmeden Haziran 2007 tarihinde değiştirilen hükümlerden biridir. Bu yasal değişiklik ile CMK’da yakalama ve tutuklama konusunda getirilen sınırlamaları anlamsız kılacak biçimde, polise, “tecrübesi ve içinde bulunulan durumdan edindiği izlenim” ölçütü ile sınırlı olarak kişi ve araçları “Durdurma yetkisi” verilmiştir.
“Durdurma”, ceza yargılama sisteminde daha önce bulunmayan ve özgürlüğün sadece yasaya uygun tutuklama ve yakalama kararlarıyla sınırlanabileceğini belirten Anayasayı, polis aracılığıyla aşmanın bir aracı olarak 2007 yılında getirilen yeni bir yetkiydi. Bir ceza muhakemesi tedbiri değil, önleyici bir kolluk tedbiri olan “durdurma”nın, doğal olarak aramayı da kapsayacağı, bu biçimde yapılan aramanın ise Ceza Muhakemesi Kanununda getirilen her türlü güvenceyi ortadan kaldıracağı eleştirileri pratikte doğrulandı. Gözüne kestirdiğini durduran polis, buna ek olarak arama da yapmak istedi. Şimdi bu hukuksuz durum yasal kılıfa büründürülüyor. Amirin sözlü emriyle polisin arama yapabilmesi, “Usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz” kuralını getiren Anayasa’nın 20. Maddesine aykırıdır.
Bu değişiklik, CMK 119. Madde ve devamında arama için öngörülen güvenceleri ortadan kaldıracaktır. CMK’ya göre arama kararında, aramanın nedenini oluşturan fiil, aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi açıkça gösterilir. Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır; kapalı yerlerde arama yapabilmek için Cumhuriyet savcısı hazır değilse iki tanık bulundurulur. Kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına engel olunamaz.
PVSK 4. Maddesi ile getirilen arama yetkisinde CMK’da yer alan güvence niteliğindeki bu kurallara uyulmadan kişiler aranabilecektir.
POLİSE KEYFİ “ALIKOYMA” YETKİSİ TANINIYOR.
PVSK 13. Maddesinde yapılması planlanan değişiklik polise “alıkoyma” yetkisi getiriyor. CMK 90. Maddeye paralel olarak düzenlenen PVSK 13. Maddesi polisin yakalama yetkisinin kullanımını düzenlemektedir. Bu maddeye eklenen değişiklikle yakalama nedenleri arasına CMK’da ve önceki yasada yer almayan “Kendisinin veya başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri” fıkrası eklenmiştir. Oysa maddenin 1. Fıkrasında “Suçüstü hâlinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hâllerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,” yakalama yetkisi zaten vardır.
Yapılması planlanan değişiklikle polisin yakalama yetkisinin yanına, ceza muhakemesinde hiçbir biçimde olmayan ve olmaması gereken yeni bir yetki, alıkoyma yetkisi eklenmiştir. Bu yeni düzenleme, gösteri hakkını kullananların ve/veya polise herhangi bir nedenle itiraz edenlerin yakalanmasına ve alıkonulmasına imkân verecektir. Maddede yer alan “yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar” düzenlemesinin önüne “Eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır” ibaresinin eklenmesi ile düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanımının keyfi biçimde sınırlanabileceği anlaşılmaktadır. Özellikle son yıllarda hükümet yetkililerinin protesto edilebileceğini düşünen kolluk güçlerinin yasada olmayan ve kaydı tutulmayan bir “alıkoyma” işlemi yapmakta olduğu düşünülürse, bu yetkinin polis eliyle yaratılan büyük bir toplumsal ablukayı beraberinde getireceği açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi evinin balkonundan ayakkabı kutusu gösteren yahut seçim konvoyuna hitaben protesto sözleri sarf eden vatandaşlara yapılan hukuka aykırı muamelenin yasal zemini, bu ve devamı düzenlemeler ile oluşturulmaktadır.
Oysa CMK 90. Maddesinde zaten kolluk görevlilerinin tutuklama kararı veya yakalama emri düzenlenmesini gerektiren ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde; Cumhuriyet savcısına veya âmirlerine derhâl başvurma olanağı bulunmadığı takdirde, yakalama yetkisine sahip oldukları düzenlemesi mevcuttur.
Buna rağmen böyle bir yetkinin verilmesiyle, yargı makamlarının denetimini tamamen dışarıda bırakacak, kayda girmeyecek gözaltı ve alıkoyma uygulamasını yapabilmek, hâlihazırdaki fiili uygulamanın ötesinde artık yasal açıdan da mümkün hale gelecektir. Böylece denetimden muaf gözaltı işlemleri, hiç kimseye bildirilmeyen yakalama ve alıkoymalar yapılabilecek, belli standartlara ve gözetime açık nezarethane dışında herhangi bir yerde tutulabilme mümkün kılınarak CMK 92. Maddesinde yer alan gözaltına alınan kişilere yönelik güvence niteliğindeki denetim(2) ortadan kalkacaktır.
Son yıllarda kolluğun, özellikle gözaltı ve alıkoyma mekânlarına getirilen standartlar sonrası, işkence yöntemlerinde değişikliğe gittiği insan hakları örgütlerinin raporları ile sabit bir gerçektir. Bu bakımdan, işkencenin, kameralı gözaltı mekânlarından çıkartılıp “orantılı güç/etkisiz hale getirme” adı altında sokaklara ve polis araçlarına yayılmasının bir uzantısı olarak, tasarıdaki bu düzenlemenin kolluğun gayri resmi gözaltı mekânları yaratmasına neden olacağı aşikardır.
BASKI ALTINDA, AVUKATSIZ İFADE ALMANIN YOLU AÇILIYOR.
PVSK’nun 15. Maddesi, “Polis; yaptığı tahkikat esnasında ifadelerine müracaat lazım gelen kimseleri çağırır ve kendilerine lüzumu olan şeyleri sorar.” şeklindedir. Tasarıyla maddeye şu ibare eklenmiştir: “Polis; müşteki, mağdur veya tanık ifadelerini, ikamet ettikleri yerlerde veya işyerlerinde de alabilir. Bu fıkranın kapsamı ile uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca belirlenir”.
Ceza yargılaması hukukunda ifade alma yetkisi savcı ve hakimindir. Hazırlık soruşturmasında savcının talebi ile kolluk, şikâyetçinin veya şüphelinin ifadesini alabilir. Oysa kolluğun ifade alma yetkisi istisnaidir. Yapılmak istenen değişiklikle, kolluğun istisnai olan ifade alma yetkisi yaygın bir yetkiye dönüştürülmekte; resmi kurumlar dışında, denetimden uzak, avukatsız ifade alabilmenin olanakları yaratılmaktadır.
Getirilmek istenen düzenleme ile CMK 147. Maddesinde (3) belirlenen güvencelere aykırı ifadenin yolu açılmaktadır. Resmi polis merkezlerinde alınan ifadelerin dahi çok ciddi hukuksuzluklar içerdiği, şaibeli ve gerçeğe aykırı, tek taraflı hazırlanmış beyanların zorla kişilere imzalatıldığı, karakolda dayak ve işkence görüntülerinin sıkça basına yansıdığı hususlarla birlikte düşünüldüğünde, evde ifade almaya ilişkin bu yeni uygulamanın vehameti daha iyi anlaşılacaktır.
Teknik kaydın olmadığı kişisel mekânlarda alınan bu ifadelerde CMK 148. Maddesinde sayılan İfade alma ve sorguda yasak usullerin (4) uygulanması; özellikle yorma, aldatma, cebir, tehdit, kötü muamele ve işkence uygulanması olasılığı da artacaktır.
Polisin eve ifadeye gelmesi, mevcut polis şiddeti ve tacizi suçlamaları ve bunların cezasızlığı durumu ile birlikte düşünüldüğünde kadınlar, çocuklar, cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olan bireyler üzerinde yeni ihlallere yol açabilecektir. Keyfi biçimde kişisel yaşam alanına girebilen polisin yapacağı ihlaller bu koşullarda belgelenip dava da edilemeyecektir.
Öte yandan, kolluğun işlediği suçlara tanıklık eden ya da bu suçların müştekisi olan kişilerin özel alanlarında denetimsiz biçimde kolluk ile baş başa kalması, daha en başından etkin soruşturmayı engelleyecektir. Kadınların ve çocukların mağduru oldukları cinsel saldırı suçlarında ise polisin evde ifade alması durumunda mağdurların mahremiyet hakları bir kez daha ihlal edilmiş olacaktır.
GÖSTERİCİYE KARŞI KİMYASAL MADDE KULLANIMI YASAL DAYANAĞA KAVUŞTURULUYOR.
PVSK 16. maddesinde yer alan “zor kullanma yetkisi” kapsamında polisin başvurabileceği maddi güçler arasına “boyalı su” eklenmekte; toplumsal gösterilerde TOMA’lar tarafından sıkılan basınçlı suların içerisinde yer alan boya gibi kimyasal madde kullanımına yasal dayanak oluşturulmaya çalışılmaktadır.
İnsan sağlığına vereceği zararların boyutu dikkate alındığında kimyasal içerikli boya maddesinin yasal olarak kullanılmasına onay verilmesi kabul edilemez. Bu tür kimyasal kullanımının yasal güvenceye kavuşturulması, bunlar sebebiyle uğranılan zararların tazmin edilememesi sonucunu doğuracağı gibi, kolluğun aynen biber gazı kullanımındaki gibi mutlak sorumsuzluğunu beraberinde getirecektir. Bunun bir tür kimyasal silah kullanma yetkisi olduğunu söylemek, hiç de yanlış olmayacaktır.
POLİSE YASAL GÜVENCEYE KAVUŞTURULMUŞ “ÖLDÜRME YETKİSİ” TANINIYOR.
Molotof, bilye, sapan silah sayılarak bu gibi araçların kullanıldığı gösterilere katılanlara yönelik olarak polise silah kullanma, yani öldürebilme yetkisi tanınıyor.
Söz konusu maddeye eklenen yeni düzenlemeye göre polis;
“d) Kendisine ve başkalarına, işyerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara ve kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık ve kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde” silah kullanmaya yetkilidir.
Yapılan değişiklikle polisin silah kullanma yetkisi mevcut anayasal sisteme ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) aykırı biçimde genişletilmiştir. Bu değişiklikle Anayasanın 17. Maddesine (5) ve AİHS’e aykırı biçimde toplumsal gösterilerde göstericileri öldürme yetkisi tanınmıştır.
2007 yılında PVSK’da yapılan değişiklikle polisin zor ve silah kullanma yetkisinin artırılmasından sonra Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi’nin belirlemelerine göre, polis kurşunuyla öldürülenlerin sayısının 175 kişi olduğunu hatırlatmakta fayda var. Polis tarafından öldürülenlerin sayısı her geçen gün artarken, en son Ali İsmail Korkmaz davasında görüldüğü gibi faillerin gerektiği biçimde hesap verme ve cezalandırılmaları da gittikçe güçleşiyor. Yargının fail polisleri koruma refleksine bir de polise öldürme yetkisi veren bu yasal düzenlemenin eklenmesi halinde, polis tarafından keyfi infaz edilenlerin sayısının artacağı açıktır.
“İSTİHBARİ DİNLEME” ADI ALTINDA POLİSE SINIRSIZ DİNLEME YETKİSİ TANINIYOR.
PVSK Ek 7.maddesine eklemeler yapılarak MİT yasasında istihbarat toplama ile ilgili bazı yetkiler polis istihbarat birimlerine ve 2803 sayılı Jandarma Kanununun ek 5.maddesinde de düzenlenerek jandarma istihbarata sınırsız ve keyfi dinleme olanağı tanınmaktadır. Hukuki güvenliği ve mahremiyet hakkını ortadan kaldıran bu dinlemeler bakımından “suç işlenmesini önleme” gibi soyut bir gerekçe ve denetlenemez bir ölçüt getirilmekte; yani dinlemeler, işlenen suçların ispatlanması için bir delil olmaktan ziyade, kolluk tarafından suç işlemesi olası sayılan “makul şüphelilerin” denetlenmesi, izlenmesi için bir yöntem ve gerektiğinde suç üretme malzemesi olarak düzenlenmektedir. Ancak bu dinlemelerin hükümet yetkililerine yönelmemesi için tedbir alınarak, yapılan dinlemelerin tamamının Başbakanlık Teftiş Kurulu ve TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonunun denetimine sunulması gerektiği belirtilmektedir. Bu durumda bireylerin bilgisi olmaksızın kaydedilen telefon görüşmeleri yargı faaliyeti dışında, yasama ve yürütme temsilcilerinin bilgisine ve denetimine sunularak özel hayat ortadan kaldırılmaktadır.
POLİSE “ÖNLEYİCİ GÖZALTI” YETKİSİ TANINIYOR.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91.maddesine 4.fıkra eklenerek (6) kolluk amirlerinin yazılı veya sözlü talimatı ile polise önleyici gözaltı yetkisi tanınmaktadır.
Maddede sayılan suçlar söz konusu olduğunda 24 saat, şiddet olaylarının yaşandığı toplu eylemlerde ise 48 saat süreyle gözaltında tutma yetkisi getirilmektedir. Taslakta, şüphelilerin durumunun ancak bu sürelerin sonunda savcıya haber verilmesi ve savcı “salıverme” talimatı verirse serbest bırakılacakları; aksi halde hakim önüne çıkarılabilecekleri düzenlenmektedir.
Önleyici gözaltı yetkisi veren bu düzenlemenin kapsamına “fuhuş” ve “yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşü” de dahil edilmiştir. Polisin, hükümetin uygun görmediği her türlü toplantı, basın açıklaması ve yürüyüşü yasadışı saydığı ve müdahale ettiği mevcut hukuk düzeninde, polise önceden gözaltına alma yetkisi verilerek düşünce ve ifade özgürlüğü ile bunun kullanımına ilişkin hakların kullanımı ortadan kaldırılmaktadır. Böylece polis, sendikacıları, öğrencileri, kadınları, gençleri, kanaatine göre ‘basın açıklaması yapacaksınız, toplanacaksınız’ diyerek bir gün öncesinden toplayarak gözaltına alabilecek ve ifade özgürlüğünün kullanımını engelleyebilecektir.
Türk Ceza Kanununda “fuhuş” diye bir suç olmadığı (sadece fuhuşa teşvik suçu vardır) halde “fuhuş suçu”nun da tasarıyla getirilen önleyici gözaltı kapsamına alınması özel hayata müdahalenin yeni formlarının zeminini oluşturacaktır. Böylelikle karı koca evliliği dışındaki tüm bir araya gelişler “kızlı-erkekli” öğrenci evleri ve elbette farklı birliktelikler hedef haline gelerek polis müdahalesiyle karşı karşıya kalabilecekleridir. Özellikle cinsel yönelimi ve cinsiyet kimliği farklı olan ve sürekli polis şiddetine maruz kalan kişilerin bu maddedeki yetkiye dayanılarak kayıt dışı biçimde kolluğun keyfi takdiriyle gözaltına alınması söz konusu olacaktır.
GÖZALTI SÜRELERİ UZATILIYOR.
Tasarı ile PVSK ek maddelerde ve Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu ek maddelerinde değişiklik yapılarak gözaltı süreleri uzatılıyor; kolluğun kendiliğinden aldığı ve sonrasında hakim onayına sunması gereken kararlar konusunda yetkili bir Ankara Ağır Ceza Mahkemesi hakimi belirlenerek tabii yargıç ilkesi ortadan kaldırılıyor. Böylece hükümetçe belirlenecek bu yargıcın, hükümetin istediği biçimde karar vermesi garanti altına alınıyor.
TOPLANTI VE GÖSTERİ HAKKI FİLLEN YASAKLANIYOR, GAZDAN KORUNMAK İÇİN YÜZÜNÜ KAPATMAYA AĞIR CEZA GELİYOR
2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 23. ve 33. Maddelerinde yapılmak istenen değişiklikle, Bilye ve Sapan’a “ateşli silah” muamelesi yapılarak sapanla gösteriye katılanlara ve/veya gazdan korunmak için de olsa yüzünü kapatanlara erteleme sınırının üzerinde olacak biçimde 2,5 yıldan 4 yıla kadar hapis cezası getirilmektedir (7). Oysa mevcut durumda bu eylemlere verilecek cezanın alt sınırı 6 aydan başlamaktaydı. Cezanın alt sınırının 2.5 yıl olarak belirlenmesi, gösteri yürüyüşüne katılan ve gazdan kaçmak için dahi olsa yüzünün bir kısmını kapatmaya çalışan herkesin hapishaneye gönderilmesi ile sonuçlanacaktır.
- maddeye yapılan ekleme ile b bendinde yeni bir suç yaratılmaktadır. Buna göre 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7.maddesinde yer alan “yasadışı örgütlere ait amblem, işaret taşıyan giysilerle toplantı ve gösteriye katılmak” fiili 2911 sayılı kanunun kapsamına alınarak hiçbir şekilde şiddet kullanmayan ve 3713 sayılı kanunun 7.maddesinden yargılanamayacak kişiler bakımından da 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası getirilmektedir.
Ayrıca 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 7.maddesinin 2.fıkrasında yer alan “terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde yüzlerini kısmen de olsa gizleyenler için öngörülen 1 yıldan 5 yıla kadar olan ceza süresi, 3 yıldan 5 yıla çıkarılmaktadır. Cebir ve şiddet kullananlar bakımından cezanın alt sınırının 4 yıldan az olamayacağı kuralı da getirilmektedir. Böylece Deniz Gezmiş, Mahir Çayan anmasına katılarak slogan atan kişilere 3 yıldan az ceza verilmeyerek bu kişiler için erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması vb yaptırımlar söz konusu olamayacak, bu kişiler doğrudan hapishaneye gönderilecekler. Mevcut durumda bile ifade özgürlüğünün ihlali niteliğinde olan cezaların artırılması ile özgürlüklere müdahale iyice ölçüsüzleşecektir.
GÖSTERİCİYİ TUTUKLAMAK KURAL HALİNE GETİRİLİYOR.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinin 3. fıkrasına Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33. maddesi ile Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin 3. fıkrası eklenerek bu maddelerde düzenlenen suçlar tutuklama konusunda katalog suç haline getirilmektedir. Yani toplantı ve gösterilere katılanlar bakımından tutuklama kural, tutuksuz yargılanma istisna halini almaktadır (8).
CMK 100. maddenin mevcut hali dahi kişi özgürlüğü ve güvenliği aleyhine kullanıldığı için eleştirilmekteyken ve Anayasa Mahkemesi ile AİHM tarafından bu konuda verilmiş çok sayıda ihlal kararı varken, maddenin 3. fıkrasının kaldırılması yerine daha da ağırlaştırılması, temel hak ve özgürlüklerini kullanan kişiler yönünden yargısız infaza dönüşecek bir sürecin önünü açacaktır. Bu düzenleme ile protesto gösterilerine katılan herkes tutuklanabilecek, tutukluluk meşrulaşsın diye de yargılama sonunda cezalandırılacaktır. Kişi özgürlüğü ve güvenliğini yok eden böyle bir düzenleme Anayasa ve AİHS’e açıkça aykırıdır.
İL İDARESİ KANUNUNA EKLENEN BİR DÜZENLEMEYLE YARGI YETKİSİ İDARE VE KOLLUĞA DEVREDİLİYOR.
Hükümetin yargısal faaliyeti tam anlamıyla bir kolluk faaliyetine dönüştürme mantığını en iyi yansıtan değişiklik önerisi İl İdaresi Kanununun 11.maddesine G, H ve I bentleri eklenmek istenen düzenlemedir.
Bu düzenlemeyle vali ve kaymakamların “adli kolluk amiri” sıfatını kazanması ve savcılık kurumunun yerini alması sağlanmaktadır. Böylece doğrudan doğruya siyasi otoriteye bağlı vali ve kaymakamlar, suç soruşturmalarının başına geçerek hazırlık soruşturmasını yürütecek ve kamu adına savcılık makamına tanınmış yetkileri kullanacaklardır. Valiler, kamu düzenini bozulduğuna karar vererek her türlü hakkın kullanımını yasaklayabilecek, bu yasaklara aykırı hareket eden herkes cezalandırılacaktır. Bütün valiler, “Olağanüstü hal valisi” gibi hareket edebilecek, dahası olağanüstü halde dahi verilmeyen, suçun aydınlatılması gibi yargısal faaliyetleri yürütebileceklerdir.
Böylesine olağanüstü yetkilerle donatılmış bir polis rejiminde artık anayasadan ve anayasal güvencelerden bahsetmek abesle iştigal olacaktır.
Tasarıda doğrudan kadınları ilgilendiren iki ayrı özel düzenleme daha mevcuttur. Birincisi Nüfus Kanununda yapılması öngörülen ve Tasarının 4. Bölümü 31. Maddesinde yer alan değişikliklerdir. Kimlik bilgilerinin ve soyadının düzenlenmesine dair bu değişiklik önerilerinde kadının kimliği ve soyadı yine kocasına göre tanımlanmakta ve AİHM, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına karşın kadına kendi soyadını kullanma hakkı ısrarla verilmemektedir.
Bir diğer değişiklik ise Tasarının 33. Maddesi ile Türk Vatandaşlık Kanununun 16. Maddesinde düzenlenen Türk Vatandaşlığına kabule dair koşullara kamu düzeni yanı sıra “genel ahlak” kavramının eklenmesidir. Bu maddenin gerekçesine bakıldığında muhafazakâr ve dindar erkek egemen bakışın kadın bedenini hedef alan cinsiyetçi yaklaşımının yansıması olan değişikliğin kadınlar açısından kabul edilemez olduğunu belirtmek isteriz. Maddenin gerekçesi aynen şu şekildedir: Türk vatandaşlığına kazanmak isteyen yabancılardan evlilik öncesi genel ahlaka aykırı faaliyette bulunmuş olanların vatandaşlığı kazanmalarının engellenmesi hedeflenmektedir.”
Evlilik öncesi genel ahlaka aykırı faaliyetle kastedilenin ne olduğu sorusuna kim, nasıl cevap verecektir; erkeklerin evlilik öncesi genel ahlaka aykırı eylemleri neler olabilir; yoksa sadece kadınlar açısından mı ahlak zabıtalığı yapılacaktır? Kadınlara kızlık muayenesi mi yapılacak ve/veya eteklerinin boyuna bakılarak mı karar verilecektir? Neresinden bakılırsa bakılsın kadını aşağılayan ve kadın bedenini hedef alan bu düzenlemenin derhal geri çekilmesi gerekir.
Dipnotlar:
(1) “Ancak el ile dıştan kontrol hariç kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirin yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilir. Kolluk amirinin kararı yirmi dört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur ”
(2) GÖZALTI İŞLEMLERİNİN DENETİMİ
Madde 92 – (1) Cumhuriyet başsavcıları veya görevlendirecekleri Cumhuriyet savcıları, adlî görevlerinin gereği olarak, gözaltına alınan kişilerin bulundurulacakları nezarethaneleri, varsa ifade alma odalarını, bu kişilerin durumlarını, gözaltına alınma neden ve sürelerini, gözaltına alınma ile ilgili tüm kayıt ve işlemleri denetler; sonucunu Nezarethaneye Alınanlar Defterine kaydederler.
(3) CMK 147. Maddesine göre, Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde kendisine yüklenen suçun anlatılması, Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği, Müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirileceği konusunda açıkça bilgilendirilmesi şartı vardır.
(4) Madde 148 – 1. Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.
- Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez.
- Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez.
- Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz.
(5) Anayasanın 17. Maddesinde silah kullanma hali sınırlı olarak sayılmaktadır. Buna göre kolluk sadece, “meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda silah kullanabilir.” Bu sayılanlar dışında herhangi bir nedenle kolluğa silah kullanma yetkisi verilemez.
(6) Aşağıdaki fıkra eklenmiş ve geri kalan bütün fıkralar buna göre teselsül (sıralanmış) ettirilmiştir: 4. Suçüstü halleriyle sınırlı olmak kaydıyla; kişi hakkında aşağıdaki bentlerde belirtilen suçlarda mülki amirlerce belirlenecek kolluk amirleri tarafından yirmi dört saatte kadar, şiddet olaylarının yaygınlaşarak kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açabilecek toplumsal olaylar sırasında ve toplu olarak işlenen suçlarda kırk sekiz saate kadar gözaltına alma kararı verilebilir. Gözaltına alma nedeninin ortadan kalkması halinde veya işlemlerin tamamlanması üzerine derhal ve her halde en geç yukarıda belirtilen sürelerin sonunda Cumhuriyet Savcısına yapılan işlemler hakkında bilgi verilerek talimatı doğrultusunda hareket edilir. Kişi serbest bırakılmazsa yukarıdaki fıkralara göre işlem yapılır. Ancak kişi en geç kırk sekiz saat, toplu olarak işlenen suçlarda dört gün içinde hakim önüne çıkarılır. Bu fıkra kapsamında kolluk tarafından gözaltına alınan kişiler hakkında da gözaltına ilişkin hükümler uygulanır.
(7) Madde 33 “Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine;
a) Ateşli silahlar veya havai fişek, Molotof ve benzeri el yapımı olanlar dahil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler taşıyarak veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar
b) Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.”
(8) TUTUKLAMA NEDENLERİ
Madde 100 – “(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve (Değişik ibare: 6526 – 21.2.2014 / m.8) “somut delillerin” ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.
(2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:
…
(3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:
a) 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
- Soykırım ve insanlığa karşı suçlar (Madde 76, 77, 78),
- Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),
- (Ek bent: 06/12/2006 – 5560 S.K.17.md) Silahla işlenmiş kasten yaralama (madde 86, fıkra 3, bent e) ve neticesi sebebiyle ağırlaşmış kasten yaralama (madde 87),
- İşkence (Madde 94, 95)
- Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, Madde 102),
- Çocukların cinsel istismarı (Madde 103),
- (Ek bent: 06/12/2006 – 5560 S.K.17.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149),
- Uyuşturucu veya uyarıcı Madde imal ve ticareti (Madde 188),
- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, Madde 220),
- Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar (Madde 302, 303, 304, 307, 308),
- Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (Madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),
b) 10.7.1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları.
c) 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununun 22 nci Maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.
d) 10.7.2003 tarihli ve 4926 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) 21.7.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü Maddelerinde tanımlanan suçlar.
f) 31.8.1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 110 uncu Maddesinin dört ve beşinci fıkralarında tanımlanan kasten orman yakma suçları.
g) 2911 sayılı Toplantı ve gösteri Yürüyüşleri Kanununun 33.ncü maddesinde sayılan suçlar
h) 3713 sayılı TMY 7.nci maddesinin üçüncü fıkrasında belirtilen suçlar.”